İnsanoğlunun, bitki ve diğer maddelerin şifa özelliğini keşfetmesi, bu alanda uzmanlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Bu yüzden tıp tarihi insanlık tarihi kadar eskidir.
Tarım devrimi ve yerleşik hayata geçme sürecinden sonra gelişen millet ve medeniyet bilinci, tıbbı da beraberinde geliştirmiştir. Kimi kültürlerde kullanılması dinen-örfen yasak olan şeyler, hayattan tecrit edildiği gibi, tıptan da çıkarılmıştır. Bunun en bariz örneğini İslam inancıyla şekillenen tıp anlayışında görmekteyiz. Peygamber Efendimizin, “Şüphesiz ki Allah sizin şifanızı size haram kıldığı şeylerde kılmamıştır.” hadisleri gereği İslam dünyası tarih boyunca haram olan şeylerin şifasına da mesafeli durmuştur.
Günümüzde ilaçların içeriğine katılan maddeler, etken madde ve eksipiyanlar (ilaçlara biçim ve daha fazla dayanıklılık vermeye yarayan maddeler) olarak kabaca ikiye ayrılmaktadır. Etkin madde ve eksipiyanlar genellikle çok sayıda kaynaktan elde edilebilmektedir. Bu ürünler insan, bitki, hayvan, sentetik, yarı-sentetik kaynaklı olabilmektedir. Bir formülasyona giren maddelerin çoğu dinimize göre helal bile olsa bir tanesinin haram veya şüpheli olması inancımıza göre o ürünün tüketilmesini sorunlu kılmaktadır.
Benzer hassasiyet tıbbi cihazlar içinde geçerlidir.
Bugün ilaç ve tıbbi cihaz sektörünü dev ölçekteki global şirketlerle ellerinde bulunduran batı menşeli firmaların üretimlerinde hassasiyetlerimizi dikkate aldıklarını söylemek maalesef çok zor.
İlaç ve tıbbi cihaz üretiminde yaygın olarak kullanılan albumin, allantoin, amber, amino asitler (hayvansal kaynaklı), araşidonik asit, kolesterol, kollajen, elastin, sistin, jelatin, gliserin (hayvansal kaynaklı), etanol, keratin, laktik asit, domuz yağı, lesitin, miristik asit, hayvan iç yağı, bu yağdan elde edilen yağ asitleri ve alkoller, vitamin A (hayvansal kaynaklı), plasenta (insan kaynaklı) olup bu ve benzeri bileşenler Müslüman tüketicileri endişelendirmektedir.
Gıda ve ilaç endüstrisinde önemli miktarda hayvansal ürünlerden elde edilen katkı maddeleri (domuz derisi, kemiği, yağı vb.) kullanılmaktadır. Özellikle de omurgalılarda bulunan lifli bir protein olan kollajenden hidroliz yoluyla elde edilen jelatin başlı başına bir sorun teşkil etmektedir. Jelatinin gıda, kozmetik ve ilaç sanayinde oldukça geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır. Ülkemizde, yoğun bir şekilde Batılı ülkelerde üretilen jelatin kullanılmaktadır ve bu ürünün ana kaynakları içerisinde, ekonomik ve teknik bazı avantajları nedeniyle ağırlıklı olarak domuz deri ve kemikleri yer almaktadır. Aynı şekilde, bazı ilaçların elde edilmesinde alkolün kullanılması, insan vücudunda üçüncü derece yanıklarda domuz derisinin nakledilmesi gibi uygulamalar sorgulanması gereken olgulardır.
Bu örnekleri artırabiliriz.
Helal olmayan katkılar içeren ilaç ve tıbbı cihazların, Müslümanlarca tüketilmesi endişe verici olup bu durum genlerimizi, geleneklerimizi, inancımızı tehdit etmektedir.
Bu hayati meseleyi zaruret kavramı ile geçiştirmemeli ve bir an önce “Helal İlaç-Helal Tıbbi Malzeme” konusunda kendi alternatiflerimizi geliştirmeliyiz.
Bu nedenle 23-25 Kasım tarihlerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde düzenlenecek olan Dünya Helal Zirvesi’ni çok önemsiyorum.
Savunma sanayiinde ortaya konulan kararlı irade ile başarılan milli üretim hamlesini Helal İlaç ve Helal Tıbbi Cihaz konularında da sergileyerek hem dış dünyaya olan bağımlılığımızı nihayete erdirebilir, hem de İslam dünyasının kanayan yarası olan şifa kaynaklarının helalleştirilmesini sağlayabiliriz.
İnanıyorum ki İbni Sinaları, Farabileri, El Zehravileri… yetiştiren medeniyetimiz Savunma Sanayiinde, Otomotiv sektöründe olduğu gibi “Helal İlaç-Helal Tıbbı Cihaz” alanlarında da babayiğitler çıkaracaktır. Ülkemizin, milletimizin ve İslam Coğrafyasının sağlıklı geleceği için bu adımın atılmasına ihtiyacı vardır.
Sağlık ve afiyet içinde kalınız. Prof. Dr. Cevdet Erdöl
Akşam Gazetesinden İktibas Edilmiştir. 20-11-2017