Siyaset, yönetim sanatı. Toplumun sorunlarına direkt müdahale etme ve çözme makamı. Bu yüzden çok önemli bir kurum.
Ama yönetme arzusu, yani iktidar, insanın en önemli zaaflarından biri. Tıpkı zenginlik gibi, kadın gibi, şöhret gibi. Hatta zenginlik, kadın ve şöhret imkanlarını da sunduğu için onlardan daha baskın. İnsanlar, önünde ayağa kalkıyor, eğiliyor, korkuyor, gülümsüyor, alkışlıyor, yalvarıyor, yaltaklanıyor, onlara emrediyorsun yapıyorlar, bütün kapılar önünde açılıyor, bir elin yağda bir elin balda, lüks, şatafat, ilgi, iltifat ve serbestçe kullanabileceğin her türlü imkan… Bütün bunlar insanın başını döndürüyor ve çok zaman sınırsız bir hırsa dönüşüyor. Sahip olmak uğruna her yol mübah sayılıyor, maddi manevi her şey feda ediliyor. İnanç, ideoloji, ahlak, değer yargıları, gelenek görenek hak getire. Söz konusu iktidarsa, her şey serbest. Bir kere tadını tadanlar da bir daha kolay kolay iflah olmuyor. Bu sefer bırakmamak için ölümcül bir mücadele.
İnsanlık tarihi bu mücadelenin her türlü örneği ile dolu.
Bu mücadele günümüzde de devam ediyor, yarın da devam edecek.
Geçmişte hükümdarlık bile yetmemiş, kralları ilahlık iddiasına kadar götürmüş. Babil’de Nemrud’un, Mısır’da Firavun’un ilahlık iddiasının ardında bir türlü tatmin olmayan o hırs var.
Bugün Kaddafi’ye, kendi halkının üzerine bomba yağdırtan, Karzai’ye uşaklık yaptırtan da o hırs değil mi?
Birçok isyanın ve askeri darbenin ardındaki tetikleyici unsur da o.
“Ben yönetmeliyim. O imkanlar benim elimde olmalı.”
Bu arzunun daha geri planında ise kibir, istikbar duygusu var aslında. Kendini özel görme, üstün görme düşüncesi. “Ben güçlüyüm, ben yetenekliyim, ben asilim, ben zenginim, benim ırkım, aşiretim, kabilem daha geniş, daha güçlü, dolayısıyla ben üstünüm, ben yönetmeliyim…”
Bu hırsı sadece devlet başkanlığında değil, 2. adamlıktan, en alt kademelere kadar her yerde görüyoruz.
Bürokraside, memurlukta, iş dünyasında, sivil toplum örgütlerinde, sosyal hayatta, her yerde… Amir olma, emretme, yönetme, hep daha çok kimseyi yönetme, daha büyük güçle hükmetme arzusu, hırsı… Üstelik bir girdi mi insanın içine, bir daha kolay kolay da iflah olmuyor insan. İbrikçibaşı olsa bile…
İBRİKÇİBAŞI HİKAYESİ
Adamın biri emekli olmuş. Ona buna emir verme imkanını yitirmiş. Ne karşısında saygıyla ayakta duranlar, ne eğilip bükülenler, ne şu, ne bu… Kimsenin artık “taktığı” yokmuş kendisini. Adam bu ilgisizlik karşısında bunalmaya başlamış.
O tarihte Yenicami helâları önünde ihtiyacı olanlara parayla su satan ibrikçiler varmış. Bizim emekli de orada kendine bir yer bulup, ibrikçiliğe başlamış.
Ama alışmış ya bir kere emretmeye. Biri geldiği zaman hemen oturduğu yerden seslenirmiş. Hop, hop bidakka, yavaş gel, o ibriği bırak sağdan ikinciyi al. Onu bırak soldan üçüncüyü al.
Bir gün adamın biri sıkışmış vaziyette koşarak geliyor. Tam ibriğin birini alacakken, bizimki başlıyor, “onu alma, bunu alma, şunu alma, ötekini al…”
Neyse adam işini bitirip çıkınca "kardeşim bunların hepsi aynı. Ne diye beni oyalayıp
sıkıntıya soktun?" diyor.
O da diyor ki:"Her önüne gelen kafasına göre ibrik kaparsa benim ibrikçi başı olduğum nerden belli olacak?"